EDEBİYATNAME

Türk Dili ve Edebiyatı Kaynak Sitesi

TÜRK DİLİ TARİHİ

 TÜRK DİLİ TARİHİ

 

     Türk yazı dilinin tarih içindeki gelişimi, başlıca şu dönemlere ayrılmaktadır:

ESKİ TÜRKÇE


     Türk yazı dilinin başlangıç (6. yy.) tan 8. yüzyıl başlarına kadar süren dönem, Eski Türkçe olarak adlandırılmaktadır. Eski Türkçe, ayrı yazılara dayanmakla birlikte aynı yazı dili geleneğini sürdüren Göktürk (6 - 8. yy.), Uygur (9 - 13. yy.) ve Karahanlı (10-13.yy.) yazı dillerini içine alır.

     Eski Türkçe, Türk yazı dilinin kaynağıdır. Ana (İlk) Türkçeye dayanır. Bununla birlikte bu dönemin –bugün elde bulunan- ilk önemli verimleri, 8. yüzyıldan kalan Göktürk Yazıtlarıdır. Daha sonra, Uygur alanında Altun Yaruk (Altın Işık), Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın ) gibi dil ürünleri ortaya kondu.

     Karahanlıcanın başlıca ürünleri ise Kutadgu Bilig (1070), Divanü Lügati’t-Türk (1072) ve Atabetü’I-Hakayık (12. yy.) gibi önemli verimlerdir.

ÖRNEK:

    Divanü Lügati’t-Türk’ten:   

                                       “Suv içürmesge süt bir.”

    Günümüz Türkçesiyle:        

                                     “Su içirmeyene süt ver.”
   


    Divanü Lügati’t-Türk’ten:  

                                     “Yıgaç uçunga yil tegir,

                                      Körklüg kişige söz kelir.”

    Günümüz Türkçesiyle:        

                                    “Ağacın ucuna yel değer, güzel olana söz gelir.”


    Kutadgu Bilig’den:               

                               “Toğardın ese keldi öngdün yeli   

                                Ajun edgüge açtı uçmak yolı”

    Günümüz Türkçesiyle:        

                                “Bahar yeli doğudan eserek geldi; dünya, iyilere cennet yolunu açtı.”


    Kutadgu Bilig’den:               

                            “Kamuğ til bilir erse; açsa tiliğ 

                             Kamuğ hatnı bilse, bitise eliğ”

    Günümüz Türkçesiyle:        

                                “Her dili bilip bu dillerden konuşmalı, her yazıyı okuyup yazabilmelidir.”



KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ, BATI TÜRKÇESİ (Harezm Türkçesi)


     Türklerin Orta Asya’dan çıkıp çok geniş bir alana yayılmaları, yazı dilinin bölünmesine yol açmış ve biri Kuzey-Doğu, öbürü Batı Türkçesi olmak üzere iki yeni yazı dili oluşmuştur.

     Eski Türkçeden sonra bir süre geçiş dönemi niteliğiyle yaşayıp giden Kuzey-Doğu Türkçesi, ürünlerini Batı Türkistan’da Harezm alanında verilmiştir. O nedenle, yazı dilimizin bu geçiş dönemi, Harezm Türkçesi olarak adlandırılır. Harezm Türkçesinin en önemli ürünü, Kerderli Mahmud’un 1358’de yazdığı Nehcü’I-Feradis (Cennetlerin Açık Yolu)’tir.

KUZEY - DOĞU TÜRKÇESİ


     Kuzey-Doğu Türkçesi, XIV. Yüzyıl başlarında Kuzey Türkçesi, Doğu Türkçesi olarak ikiye ayrılmıştır.
Kuzey Türkçesi, bugün de yaşamakta olan Kıpçak Türkçesidir. Kıpçak Türkçesinin en önemli eski verimi, 14. yüzyıl başlarının (1303) ürünü olan Codex Cumanicus (Kodex Kumanikus)’tur.

ÇAĞATAY TÜRKÇESİ


     Doğuda Harezm Türkçesinden gelişen Çağatayca, XV-XIX. Yüzyıllarda Türkistan ve Altınordu alanında kullanılan yazı dilidir. Çağataycanın güçlü temsilcileri;  15. yüzyılda Ali Şir Nevai, 16. Yüzyılda Babür Şah, 17. Yüzyılda Ebülgazi Bahadır Han’dır. Bunlardan özellikle Nevai ile Babür Şah’ın eselerinde Çağatayca en yüksek noktasına ulaşmıştır. Ali Şir Nevai’nin Muhakemetü’I-Lügateyn (iki dilin karşılaştırılması) ‘i, Babür Şah’ın Babürname’si ünlüdür.

     Çağatayca adı 19.yüzyıla kadar kullanılmıştır. 20. Yüzyılda yerini Özbek Türkçesine bırakmıştır. Yeni Özbekçe, Türkçenin bu kolundan gelmektedir.

     Çağatayca, ayrı bir lehçe olmakla birlikte Eski Türkçenin temel özelliklerini korur.

BATI TÜRKÇESİ


     Batı Türkçesi, genel olarak Hazar denizinin güneyi ile Balkanlar arasında yaşayan Türklerin yazı diline verilen addır. Güney-Batı Türkçesi de denilen bu yazı dili, XIII. Yüzyıl başlarından beri Anadolu, Azerbaycan, Irak, Suriye, Kuzey Afrika, Adalar ve Rumeli’de kullanılır. Orta Asya’da kullanılan Türkmence de Batı Türkçesi içinde yer alır. Batı Türkçesi içinde şu dört yazı dili yer alır:

A. AZERİ TÜRKÇESİ


     Batı Türkçesinin, Kuzey-Güney Azerbaycan bölgelerinde konuşulan koluna Azeri Türkçesi adı verilir. Bu yazı dilinin Eski Anadolu Türkçesinden ayrılıp başlı başına bir yazı dili olarak gelişmesi, Kıpçak Türkçesi ile (İlhanlıların İran’da yerleştikleri yıllardaki) Moğolcanın etkisine bağlanmaktadır.

     Azeri Türkçesi ile Türkiye Türkçesi birbirine çok yakın yazı dilleridir. Özellikle 14–17. yüzyıllar arasında Azeri Türkçesi ile Türkiye Türkçesi, bir yazı dilinin ağızları gibidir; birini kullanan, ötekini konuşanla kolayca anlaşır. Bu konuda, Azeri Türkçesini kullanan Fuzuli’nin şiirleri örnek gösterilebilir.

B. TÜRKİYE TÜRKÇESİ


     Türkiye Türkçesi, zaman içindeki gelişimi bakımından başlıca üç dönem ayrılır:


1. Eski Anadolu Türkçesi (Eski Türkiye Türkçesi)

 

     Türkiye Türkçesinin XIII.yy başlarında XV.yy sonlarına dek süren dönemi,Eski Anadolu Türkçesi olarak adlandırılır.Dil yapısı yönünden Azerice de buraya katılmaktadır.

     Selçuklularda devlet dili Farsçaydı.Bu yüzden Selçuklular Döneminde Türkçe ye pek ilgi gösterilmedi.Buna karşılık Anadolu Beyliklerini Egemen olduğu dönemde Türkçeye çok yakın bir ilgi gösterildi.Karaman Mehmet Bey, 15 Mayıs 1277’de Konya ‘da şu fermanı yayımladı:
“Şimden gerü divanda, dergahta,bargahta,mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”

     Bu ferman,Tükçenin gelişme tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oluşturur. Çünkü Türkçe, bu fermanla yeniden devlet dili oldu. Daha da önemlisi, yalnız Karamanoğullarında değil,Anadolu Beyliklerinin hepsinde Türkçe öne çıktı.Türkçe yazan bilginler,şairler,edipler yöneticilerden ilgi ve destek gördü.Böylece Oğuzca,Anadolu da başlı başına bir yazı dili olarak işlenip geliştirilmeye başlandı.

     Eski Anadolu Türkçesinin önemli verimleri arasında Ahmet Fakih’in Çarhna me’si, Şeyyat Hamza’nın Yusuf ve Zeliha’sı, Yunus Emre’nin Divanı, Aşık Paşa’nın Garipname’si, Şeyhi’nin Harname’si, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, Necati Divanı ve Dede Korkut Kitabı anılabilir.Bu dil ürünlerinden anlaşılacağı gibi Eski Anadolu Türkçesi, başlangıçta yabancı etkileri çok az taşır ve bir çok bakımdan Eski Türkçeye yaklaşır.

Metinlerden örnekler:

                       İlim ilim bilmekdür ilim kendün bilmekdür.
                       Sen kendüni bilmezsin ya nice okımakdur.

                       (…)

                       Yunus Emredir hoca gerekse var bin hacca
                       Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür           Yunus Emre (XIII-XIV.yy.)

Metinlerden örnekler:

                      Dinlenüz kim binde birin eydevüs
                      Tutiler gibi şekerler yiyevüz

                      (…)

                      Yedi kat gök ehli cümle geldiler
                      Ahmet’i görüp ziyaret kıldılar                Süleyman Çelebi (XV.yy)

2. Osmanlı Türkçesi


     Osmanlı Türkçesi, Türkiye Türkçesinin, 15. yy. sonlarında 20. yy başlarına dek (1910)süren dönemini kapsar. Yaklaşık dört yüzyıllık bir süreyi içine alan Osmanlı Türkçesi klasik Osmanlıca ve yeni Osmanlıca diye ikiye ayrılır.1860’larda Tanzimat edebiyatı ile başlayan yeni Osmanlıca, dilde-sanatta kendine dönüş çabalarından kaynaklanan milli edebiyat akımının doğmasıyla sona erer.

     Türkçe-Arapça-Farsça karışımı üçüzlü bir yapı gösteren Osmanlı Türkçesi, özellikle nazım dili olarak ilenip geliştirildi. 16.yy da Fuzuli, Baki, Bağdatlı Ruhi; 17.yy da Şeyhülislam Yahya, Nabi, Nefi; 18. yüzyılda Nedim, Şeyh Galip gibi klasik şairler, bu yazı dilini büyük bir ustalıkla işleyip geliştirerek olgunlaştırdı. Ancak, bu şairlerin dili Arapça ve Farsça tamlamalar nedeniyle oldukça ağırdır.

     Dili oldukça yalın olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi de Osmanlı Türkçesinin ürünüdür.

     Tanzimat Döneminde, batıdan gelen yeni kavramlarında etkisiyle toplumda uyanmaya başlayan ulusal bilinç, çok geçmeden, dil alanında da kendini gösterdi. Başta gazete olmak üzere makale, eleştiri, tiyatro gibi yeni türler Tanzimat yazarlarına dili yalınlaştırıp düzene sokma gereğini duyurdu. Ancak bu dönemde de sanatçıların çoğu Arapça ve Farsça tamlamalı dille yazmayı sürdürdü. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde yetişen şair ve yazarlar, eserlerin Osmanlı Türkçesi ile yazmışlardır. Hürriyet kasidesi, Terkip-i Bend Makber Rübap-ı Şikeste; İntiba Araba Sevdası Mai ve Siyah Eylül gibi eserler yeni Osmanlıca döneminin ürünleridir.

Türk halk edebiyatı sanatçıları bu dönemde de Türkçe söyleyip yazmışlardır. Gerçekten Kaygusuz Abdal, Aşık Ömer, Karacaoğlan, Gevheri, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Dertli gibi Şairler şiirlerini oldukça yalın bir Türkçe ile söylemişlerdir.

3. Yeni Türkçe


     20. yüzyıl başlarında (1910) beri kullanılan yazı diline Yeni Türkçe adı verilir. Türkiye Türkçesinin bu son dönemi, Çağdaş Türkiye Türkçesi, Cumhuriyet Türkçesi Modern Türkçe gibi adlarla da anılır. Bu yeni yazı dili Türkiye den başka Irak, Suriye, Kıbrıs, Batı Trakya, Bulgaristan ve Yugoslavya da yaşayan Türklerce de kullanılır. Avrupa ve Arap ülkeleriyle Amerika ve Avustralya ya göç etmiş olan Türkler de bu yazı dilini kullanır.

     Bu yazı dili ikinci Meşrutiyet Döneminde oluşmaya başladı. Gerçekten bu dönemde yaşanılan iç ve dış olayların etkisiyle ulusal benlik daha derinden duyulmaya başlar. Milli Edebiyat Akımının egemen olduğu bu dönemin yazarları; dilde Türkçeye, söz ölçüsünde heceye, içerikte de ulusal kaynaklara dönme gereği üzerinde çoğunlukla birleşirler. 1911’den sonra Genç Kalemler dergisi çevresinde oluşan Yeni Lisan görüşü hızla yaygınlaşır. Ziya Gökalp’ın kişiliğinde uyumlu tutarlı bir bütünlüğe kavuşan bu dil hareketi, dönemin şair ve yazarlarınca benimsenir. Halide Edip, Refik Halit, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Celal Sahir, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Reşat Nuri gibi yazar ve şairlerin kalemleriyle Türkçe, büyük ölçüde yalınlaşır. Cumhuriyet Dönemine, Arapça ve Farsça tamlamalarından arındırılmış, kolayca anlaşılan bir yazı diliyle geçilir.

     Cumhuriyet Döneminde dil konusu, ulusal yaşayışın vazgeçilmez gereği olarak temelden ele alınır. Arapça kaldırılır; okullarda eğitim- öğretim dili Türkçe olur. Tanzimat’tan itibaren sık sık ele alınan alfabe sorunu çözülür; Türkçenin ses yapısına uygun kolay öğrenilip öğretilen Latin asıllı Türk alfabesi getirilir. Dil alanındaki bireysel, dağınık, tutarsız çalışmaların bütünlük ve süreklilik kazanması sağlanır; Türk Dil Kurumu kurulur(12 Temmuz 1932).

     Atatürk sağlığında toplanan üç dil kurultayının üçüne de katılır. Türk Dil Kurumu çalışmalarını yakından izleyip yönlendirir, özellikle terimlerin Türkçeleştirilmesi konusunda uzmanlara öncülük eder. Ayrıca, her yıl TBMM‘yi açış konuşmalarında Türk dilinin özleşip gelişmesi ile ilgili çalışmaları değerlendirip ilgilileri gerekli noktalarda uyarır.
     Bu gün Türkçe, kendi kuralları doğrultusunda gelişen, tam anlamıyla bağımsız bir devlet dilidir. Devlet hayatını her alanında; bilimde, öğretimde, edebiyatta, haberleşmede, diplomaside etkin biçimde kullanılmaktadır.


C. TÜRKMEN TÜRKÇESİ


     Oğuzcanın doğu kolundan gelen Türkmence, Hazar denizinin Güney doğusunda yer alan Türkmenistan da kullanılan bir yazı dilidir. 14. yüzyıldan itibaren doğu Türkçesi ile Kıpçakçanın etkisinde oluşup gelişmiştir.
Türkmenceyi 18. yüzyılda edebiyat dili olarak işleyip geliştiren başlıca şair Mahdum Kulı’dır. Ancak bu Türkmen şairi de Türkmence de bulunan önemli ağız ayrılıklarını ortadan kaldıramamıştır.

D. GAGAVUZ TÜRKÇESİ


     Moldovya ve Bulgaristan da yaşayan Hıristiyan Türklerin konuştuğu Gagavuzca da batı Türkçesi içinde yer alır.

 

 

Yusuf ALTINSOY/Türk Edebiyatı-Dil ve Anlatım Öğrt.         www.edebiyatname.com

 

 

 

 

 

 

Ziyaretçiler

8152848
Bugün
Dün
Bu Hafta
Geçen Hafta
Bu Ay
Geçen Ay
Toplam
495
424
6168
8134788
35948
40504
8152848

İP'niz: 3.239.129.52
Server Time: 2023-05-28 18:41:37

Arama